Makaleler
DİKKAT EŞİNİZ SİZ VE ÇOCUĞUNUZ İŞGAL ALTINDA OLABİLİRSİNİZ!
Sıkça ve farkında olmadan anne, baba, eş...

Sıkça ve farkında olmadan anne, baba, eş veya birey olarak yaptığımız ya da maruz kaldığımız işgal hareketlerinden bahsedeceğim. İşgal deyince çoğumuzun aklına ilk olarak ülke toprakları gelir. Ülke sınırları başka bir devlet tarafından tanınmaz ve sınırları ihlal edilirse, işgal edilmiş olur. Tıpkı ülkeler gibi insanların da kişisel sınırları vardır. Bu kendimize özgü kişisel sınırlarımız diğerleri tarafından tanınmaz ise ruhumuz işgal altında demektir. Ülke toprakları düşman askerleri tarafından işgal edilirken ruhumuz doğduğumuz andan itibaren en yakınlarımız en sevdiklerimiz tarafından işgale uğramış olabilir.

Her birey kendine özgü kişilik rengi ile doğar. Dünyaya geldiğimizde anne baba ve çevremizle girdiğimiz iletişim ile yavaş yavaş kendimizi oluşturmaya başlarız. Çevremizdekiler ya kendimize özgü yapımızı yani kişilik rengimizi ortaya koymamızı destekleyici bir rol alırlar, ya da kendi zihinlerindeki renkle bizi boyamaya çalışırlar. Eğer anne babamız destekleyici bir rol alır ve biz içimizde gizli olan potansiyelimizi hayata geçirip, kendimiz olabilirsek; paramız az, çözülmesi gereken sorunlarımız çok da olsa mutluluğu ve huzuru buluruz. Fakat kendimiz olamamış kendi rengimizi oluşturamamış isek, üzerimize giydiğimiz gömleğin dar ya da büyük olması gibi üstlendiğimiz roller de üzerimize tam oturmaz ve bizi rahatsız eder. Hayatımızda somut hiçbir pürüz olmasa da biz ifade edemediğimiz bir huzursuzluğu yaşarız. Bir ömrü, sahte kendiliğin pençesinde gerçek kendimizi bulamadan tamamlarız. Gerçek kendimiz ve ruhumuz sürekli işgal altında kalabilir.

Peki çocuklarımızın kendilerini gerçekleştirmelerini desteklemek ve işgalci anne baba olmamak için nelere dikkat etmeliyiz? İşgal etme nerede başlar? Bebeğin yaklaşık bir yaşına kadar kendi seçimi yoktur, annesine yapışık olarak, annesinden güç alarak yaşar. Bir yaşından itibaren kendi tercihlerini ve keşiflerini hayata aktarmaya başlar. Annesinin uzattığı kaşığa uzanır, eline almak ister. Yemeklere elini uzatıp dokunmak ister. Çekmeceleri açıp kapatarak kesfetmeye çalışır. Annesinin giydirdiği çorabı çıkartmaya çalışır. Bu noktada anne çocuk arasında bir mücadele başlar. Çocuk, durması gereken yeri bulabilmek için anne babasının sınırlarına ulaşmak zorundadır. Zira kendi özgürce hareket edebileceği alanı ve başkasına ait sınırları keşfetmeğe ve kavramağa ihtiyacı vardır. Eğer anne-baba, çocuğa bireyleşme ve özerkleşme alanı tanımaz çocuğun keşfetmeye dair her hareketini baskılar, ona tercih şansı vermez ise zamanla çocuk, dünyaya ebeveynlerinin gözüyle bakar ve onların rengine boyanır. Eğer anne çocuğun bu keşif ve tercihlerini hiç sınırlamaz ise bu sefer de çocuk hareket ve davranışlarının bir diğer kişinin sınırlarını ihlal edebileceğini öğrenemez ve hayata başkasının gözünden bakamayan, empati yoksunu ve herkesi kendi rengiyle boyamaya çalışan işgalci bir karaktere sahip olur. Sağlıklı olan ise çocuğun, ebeveynlerinin sınırını zorlayan davranışlarını durdurmak, kendi tercih ve alanına ilişkin davranışlarını da teşvik etmektir.

Çocuğunu hayatının projesi gibi görerek, kendi zihninde idealize ettiği çocuk tipini oluşturmaya çalışıp onu bir kurstan diğerine koşturan, ne giyeceğinden ne yiyeceğine, nasıl konuşacağından nerede duracağına kadar müdahale ederek, kendi olmasına izin vermeyen anne baba modeli, işgalci anne baba modelidir. Bir diğeri ise, çocuğu ailenin merkezine alıp, evdeki her şeyi onun tercihlerine göre düzenleyerek, çocuğu evin gizli otoritesi haline getiren anne baba modelidir. Bu tip ailede çocuğun gitmek istemediği yere gidilmez, onun sevmediği meyve sebze eve girmez, onun uyku düzeni bozulmasın diye eve misafir çağırılmaz. Bu şekilde yetişen çocuk da sosyal hayata girdiğinde diğer insanların tercihlerine uyum sağlayamadığı için ya kendi kabuğuna çekilir, ya da diğer insanları kendisi gibi yapmaya çalışır. Yani ya kendi sınırları içinde kalarak kendini yalnızlığa mahkûm eder, ya da diğer insanların sınırlarını tanımayarak baskı altına alır.

Bu durum eşler arasında da sıkça görülür. Eşler birbirini tanıyıp, anlayıp birbirini olduğu gibi kabul edip sevmek yerine,diğerini zihinlerinde var ettikleri hayali eşe döndürmek için çabalarlar. Böylece yıllarca bir yastığa baş koyup birbirinin ruhuna dokunamayan mutsuz evlilikler süre gider.

Sevgili okuyucular, hayatın her alanında orta yolu yani dengeyi bulmayı hedeflemeliyiz. Sağlıklı anne baba hayatın güçlük, tehdit ve tehlikelerine karşı tedbirli olan, bu tehditlere karşı yüreği titrese de çocuğun özerk alanına müdahale etmeden, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendini gerçekleştirebilen ancak diğer insanlarının da sınırlarını ihlal etmeyen çocuklar yetişmesine yardımcı olabilen anne babadır. Sağlıklı evlilik ise, iki ayrı bireyin birbirlerini yok etmeden "biz" olabilmesidir.

Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle..

Psikolog Gülten İKİZOĞLU
gultenikizoglu@gmail.com